OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Varlık Ve Zaman, 6. Bölüm: Ölüm

Simon Critchley – Mütercim: Burhaneddin Kanlıoğlu

Simon Critchley, günümüz felsefe dünyasının en önemli isimlerinden biri olarak görülüyor ve Türkçede 9 kitabı bulunuyor. Onun The Guardian’da yayımlanan “Varlık ve Zaman” yazı dizisini, kendisinin özel izniyle Okur’da yayımlayarak dilimize kazandırmak istedik. 8 ayrı makaleden oluşan bu serinin, Heidegger’in Varlık ve Zaman’ını okuyucular için çok daha anlaşılır ve keyifli kılacağını ümit ediyoruz.

Heidegger’in ölüm bilgisindeki hayat kavrayışı, ölümcül olmaktan ziyade özgürleştiricidir. Heidegger hakkında kaleme aldığım ilk yazının bir kısmında da söylediğim gibi Varlık ve Zaman’ın temel fikri oldukça basittir: Varlık, zamandır ve zaman sonludur. İnsanoğlu için zaman bir sona ancak ölümümüzle birlikte gelir. Bu nedenle, gerçekte bir insan olmanın ne anlama geldiğini anlamak istiyorsak, hayatlarımızı sürekli olarak ölümümüzün ufkuna doğru yansıtmamız gerekir. Bu Heidegger’in meşhur “ölüm yolunda varlık” olarak adlandırdığı fikirdir. Eğer varlığımız sonluysa, o zaman gerçek bir insan yaşamı ancak sonlulukla yüzleşerek ve ölümümüzün gerçekliğinden bir anlam çıkararak bulunabilir. Heidegger böylece antik çağın meşhur prensibini tasdik eder: “Felsefe yapmak nasıl öleceğini öğrenmektir.” Böylece ölümlülük, benliğimizi şekillendirdiğimiz ve biçimlendirdiğimiz şeydir.

Heidegger’in “ölüm yolunda varlık” fikrinde oldukça formel dört unsur vardır: Bağlantısızlık, kesinlik, sonsuzluk ve aşılmazlık. Birincisi; ölüm, bizim başka diğer herkesle ilişkisini kesmeden önce tatbik edilebilir bir şey değildir ve ilişkisizdir. Ölüm, başkalarının ölümleri ile tatbik edilemez. O sadece benim kendi ölümümle olan ilişkimle tatbik edilebilen bir şeydir. Bu meseleye dair itirazlarımı aşağıda paylaşacağım.

Kesinlik ve Tanımsızlık

İkincisi, buradaki “kesinlik” öleceğimizdir. Her ne kadar kişi gerçeklerden kaçmaya ya da savuşturmaya çalışsa da hayatın ölümde sona erdiğinden şüphe etmeyiz. Üçüncüsü, ölüm “kesin” olmasına rağmen hissi olarak “tanımsızdır.” Biz onun ne zaman gerçekleşeceğini bilemeyiz. Çoğu insan uzun ve dopdolu bir yaşam ister, ancak Azrail’in kapımızı ne zaman çalacağını asla bilemeyiz.

Dördüncüsü, ölümün aşılamaz olduğunu söylemek (unüberholbar) ölüme haddinden fazla önem atfetmek anlamına gelir. Onu yıkmanın bir yolu yok ve ölüm, özgür yansıtma gücümün sahip olduğu tüm olasılıkları bir kenara bırakır. Bu, Heidegger’in oldukça meşhur paradoksal ifadesinin arkasındaki fikirdir: Ölüm imkansızlığın imkanıdır. Ölüm, karşısında benim var olma potansiyelimin (Seinkönnen) tartışılması? gereken o limittir. Ölüm, özgürlüğümün kendi gücünü paramparça edebilme potansiyeline karşı zorunlu bir acziyettir.

Ölüm Yolunda Varlık

Varlık ve Zaman’ın girişinin sonunda Heidegger, “Gerçeklikten daha yüksekte olan olasılıktır.” der. Varlık ve Zaman, olasılık fikrine dair övgü dolu uzun bir ilahidir ve bu ilahi, en veciz ifadesini “ölüm yolunda varlık” fikrinde bulur. Heidegger, beklenti (Vorlaufen) ile beklemek (Erwarten) arasında bir ayrım yapar. Ona göre ölümü beklemek fikri, ölümün gerçekleşme olasılığını fazlasıyla içerir.

Bu kasvetli bir ölümlülük felsefesi olarak görülür! Aksine, Heidegger’e göre, beklenti pasif olarak ölümü beklemez ancak o, dünyada özgür eylemlerin koşulu olarak ölümlülüğü harekete geçirir. Bu son derece önemli ve görünüşte paradoksal bir düşünce ile sonuçlanır: Özgürlük, ölüm halinde, bir zorunluluğun yokluğu değildir. Aksine özgürlük, kişinin ölümlülüğünün zorunluluğunun tasdikinden ibarettir. Kişi ancak “ölüm yolunda varlık”ta gerçek bir kişi olabilir. Ölüm düşüncesinde “imkansızlığın olasılığının” içkin oluşu, kişinin hayatının bir teyidi olarak ölümle sınırlanmış olduğunun kabulüdür.

Öyleyse, ölüme doğru olmanın hastalıklı hiçbir bir yanı yoktur. Heidegger’in “ölüm yolunda varlık” fikri, Dasein’i orijinal olmayan günlük yaşama dalıp kaybolması durumundan çekip çıkarır ve kendi haline gelmesine müsaade eder. Özgürlüğümün farkına tutkuyla varıyor olmam, benim yalnızca “ölüme doğru varlık” olmamla ilgilidir.

Ölen Sadece Biz miyiz?

Heidegger’in kullandığı dil her ne kadar barok bir kisveye bürünmüş olsa da onun “ölüme karşı varlık” fikrinin analizi son derece doğrudan ve güçlüdür. Bununla birlikte aşağıda sıralayacağım itirazlara da açıktır. Heidegger tek gerçek ölümün kişinin kendisinin ölümü olduğunu savunur. Bu durumda onun için başka herhangi bir kişi için ölmek, en basit tabiriyle “kendini boşa feda etmek” olacaktır. Bu meyanda Heidegger için, başkalarının ölümleri kendi ölümüme göre ikincildir. Bana göre (ki bu eleştiri daha önce Edith Stein ve Emmanuel Levinas tarafından da dile getirilmişti), böyle bir ölüm anlayışı hem yanlış hem de ahlaki açıdan zararlıdır. Aksine, ölüm fikrinin bir ebeveyn, eş ya da çocuğunuzun ölümü kadar yakın ya da bir kıtlık ya da savaşın bilinmeyen kurbanının ölümü kadar uzak olmasından bağımsız, ölümün hayatımıza ancak başkalarının ölümleri ile girdiğini düşünüyorum. Ölümle olan ilişki ilk ve her şeyden önce, kendi ölümüm için duyduğum bir korku değildir. Aksine benim varoluş hissim, keder ve yas deneyimleriyle tamamlanır.

Bununla birlikte, Heidegger’in ölüm anlayışında şaşırtıcı derecede geleneksel bir hümanizm söz konusudur. Ona göre, insanlar ölürken, bitkiler ve hayvanlar sadece yok olur. Ben bitkilerin ölümü hakkında herhangi bir uzmanlıkla konuşamam, ancak ampirik araştırmalar, yüksek memelilerin (balinalar, yunuslar, filler, aynı zamanda kediler ve köpeklerin) ve onların çevreleyen canlıların da ölüm deneyimlerine sahip olduklarını ortaya koyuyor. Evrendeki ölüm hissi ile temas eden tek canlı elbette ki sadece bizler değiliz.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?