OKUR, Kitaplar Yalnız Kalmasın Diye Çıktı
 

Varlık ve Zaman’a Giriş, 2. Bölüm: “Bana” Dair Olan

Simon Critchley – Mütercim: Burhaneddin Kanlıoğlu

Simon Critchley, günümüz felsefe dünyasının yaşayan en önemli isimlerinden biri olarak görülüyor ve Türkçede 9 kitabı bulunuyor. Onun The Guardian’da yayımlanan “Varlık ve Zaman” yazı dizisini kendisinin özel izniyle Okur’da yayımlayarak dilimize kazandırmak istedik. 8 ayrı makaleden oluşan bu serinin, Heidegger’in Varlık ve Zaman’ını okuyucular için çok daha anlaşılır ve keyifli kılacağını ümit ediyoruz.

Varlık ve Zaman’ın açılış sayfasında Heiddeger’in ima ettiği üzere, kitapta söz konusu edilen “varlığın soruşturmasıdır”. Bu, Aristoteles’in, 2500 yıl önce yazılmış, ancak daha sonra Metafizik olarak bilinen isimsiz bir elyazmasında dillendirdiği bir soruşturmadır. Aristoteles’e göre bir bilim vardır ve bu bilim onun “zatında varlık” olarak adlandırdığı şeyi, varlığın herhangi belirli bir alanına bakılmaksızın, yani canlı (biyolojik) şeylerin varlığına ya da doğa durumuna (fiziki olanın) varlığına bakılmaksızın onları soruşturur.

Metafizik, Aristoteles’in “ilk felsefe” olarak adlandırdığı ve başka herhangi bir şeyden önce anlamına gelen bir soruşturma alanıdır. O felsefenin en soyut, evrensel ve tarifsiz alanı ve aynı zamanda en temel olanıdır.

Hayranlık uyandıran bir kibirle, Heiddeger’in kendi kendisine Varlık ve Zaman’da biçtiği bu görev, varlığın soruşturmasıdır. O, bir dizi retorik soruyla başlar: “Varlığın anlamı sorusuna bir cevabımız var mı?” Kendisi cevaplar: “Kesinlikle hayır.” Peki bu soruyla ilgili herhangi bir şaşkınlık yaşıyor muyuz?

Heiddeger tekraren, “Kesinlikle hayır.” der. Bu sebeple, Heiddeger’in kitabının en önemli ve ilk görevi soruların sorusuna olan, Hamlet’in “olmak ya da olmamak?” soruşturmasına şaşkınlığımızı geri kazanmak içindir…

Heiddeger’e göre, ademoğlunu neyin tanımladığı meselesi soruların en derini ve en gizemli olanı tarafından oluşturulmuş bir şaşkın olabilme kapasitesidir: niçin hiçbir şeyden ziyade bir şey var? Böylece, Varlık ve Zaman’ın görevi, yeniden içimizde şaşkınlık için bir tat, sorgulama için bir zevk uyandırmaktır. Heidegger’ce bu sorgulama-soruşturma onun çok sonraki felsefi yolunda düşünceye karşı bir saygı olarak karşımıza çıkacaktır.

Her Koşulda Bana İlişkin Olan

Varlık ve Zaman’ın ilk satırı tam olarak şöyledir: “Bizler kendimiz, analiz edilecek varlıklarız.” Bu hayati bir mesele olan “her koşulda bana ilişkin olan”1 için bir anahtardır, bununla birlikte kitap şöyle devam eder: “Eğer ben varlığın kendisi için bir soruşturma olduğu bir varlıksam, “olmak ya da olmamak” nevinden, öyleyse varlığın soruşturması öyle ya da böyle bana ait olması gerekir.”

O halde insanın varlığının varlığı neyde meydana gelir? Heieddger’in buna cevabı “varoluştadır”. Böylece, varlığın soruşturması ancak Heiddeger’in “varoluşçu bir analitik” olarak adlandırdığı şeyle erişilebilir hale gelir. Peki, insan varoluşu ne türden bir şeydir? Bu apaçık bir şekilde zaman tarafından tanımlanmıştır: Heiddeger’in “yolda olmak” olarak adlandırdığı üzere; bizler bir geçmişe sahip olarak şimdiki zamana doğru hareket halinde olan ve bir dizi olasılıkla erişebilen varlıklarız. Heiddeger’in burada durduğu yer harikulade basittir: İnsanoğlu, bir eşya gibi bir masa ya da sandalye gibi basit bir “nesne” tarafından tanımlanamaz fakat zaman içinde varoluşu (varoluş süreci) tarafından şekillendirilen “özne” tarafından tanımlanabilir. İnsan olmanın anlamı, belirli bir geçmiş, kişisel ve kültürel bir tarih ve elde tutabileceğim ya da tutamayacağım açık bir dizi olasılıkla birlikte var olmaktır.

Bu bizi çok önemli bir noktaya getirir: Eğer insan varlığının varlığı bir “her koşulda ‘bana’ ilişkin olan” tarafından tanımlanıyorsa böylece benim varlığım kendime karşı bir kayıtsızlık meselesi değildir. Bir masa ya da sandalye Hamlet’in monoloğunu ezberden okuyamaz ya da onun kelimelere döktüğü kendini sorgulama ve kendinden şüphe duyma deneyimini yaşayamaz. Fakat biz yaşarız. Bu, insanoğluna neyin daha uygun olduğunu, onun kendisinin ne olduğunu daha net bir şekilde ortaya koyan Heidegger’in otantisite (Eigentlichkeit), kavramının özüdür.

Otantik Olan ve Olmayan

Heiddeger’e göre insanoğlunun iki dominant modu vardır: Ontantik olan ve otantik olmayan. Dahası, bizler bu iki mod arasında seçim yapma hakkına sahibiz. Buradaki tercih biri olmak ya da biri olamamaktır; birinin yaratıcısı ve kendinin yaratanı (self-authorising) olmak, ya da olamamaktır. Heiddeger, Varlık ve Zaman’ın başından sonuna, otantik olmayanı daha düşük ya da değersiz bir varlık olarak göstermemekte ısrarcıdır fakat bu durum birçok okuyucuda şüphe uyandırmaya sebep olur. Ünlü Heiddeger kritikçisi, Theodor Adorno sorar: Otantisite bir jargon olarak mı nihayete erer, yoksa biz onsuz daha mı iyiyiz? Şimdilik sadece bunun ihtilaflı bir konu olduğunu belirtelim…

Otantiğin ve otantik olmayanın ikili modunu hesaba katmaksızın Heidegger Varlık ve Zaman’ın başlangıcında insanın ilk olarak, otantik olma veya olmama yönündeki tercihinden önce, sıradan/ilgisiz karakteri içerisinde sunulması gerektiğinde ısrar eder. Kitapta daha sonra slogan haline gelecek olan ifadelerle Heidegger insanı, “en benzer ve umumiyete matuf olan” (Zunächst und Zumeist) şeklinde sunulan haliyle tasvir etmeye uğraşmaktadır.

Bu ilk hareketin radikal doğasına dikkat: Felsefe hayali işlerle meşgul, dış dünyanın var olup olmadığı ya da çevremizdeki insana benzer her şeyin insan, robot ya da bu gibi herhangi bir şey olup olmadığı nevinden spekülasyon üreten bir disiplin değildir. Dahası, felsefe bir tanımla, Heiddeger’in insanoğluğun “fenomonolojisi” olarak adlandırdığı günlük ortalama hayatlarındaki varlıklarında başlar. O bu gündelik hayattan halihazırdaki ortak yapıyı bulup, ortaya çıkarmayı arar.

Fakat bizler Heiddeger’in kendine biçtiği görevin zorluğuna dikkat etmeliyiz. O ki en yakın, gerçek ve en şeytani zorlukta olandır bize. Hiçbir şey benim ortalamamdan, gündelik hayatın kayıtsız varoluşundan bana benden daha yakın değildir, fakat bu nasıl açıklanır? Heidegger St. Augustine’nin İtiraflar’ını alıntılamaktan çok hoşlanırdı: “Şüphesiz ben burada ve kendi içimde emek sarfettim; Ben kendim için belalı bir toprak ve haddinden fazla angarya haline geldim.”

Heidegger gerçekten musîbet demektir ve insan çoğu zaman onun sayfalarıyla kan ter içinde kalabilir. Fakat onun bu ifşa anları kendi aşikarlıkları içerisinde nefes kesicidirler.

DİPNOT:

1- Bu kavram, Türkçede daha önce kendimlik, benimlik gibi farklı hallerde çevrilmiştir.

Henüz yorum yok...

Yorum yapmak ister misiniz?