Mehmet Lütfi Arslan
Marshall McLuhan adı çok anılan ve fakat ne kadar anlaşıldığı meşkuk ve meşhur iletişim bilimcilerden birisidir. Onun medyaya ilişkin kehanet niteliğindeki aforizmaları aradan 50 yıldan fazla geçmesine rağmen hâlâ kıymetini muhafaza etmektedir. Bu Kanadalı iletişim bilimci, matbaadan bilgisayara kadar yaşanan dönüşümün seyrini ve yönünü o kadar iyi tespit etmişti ki medyanın geleceği son noktanın bilincin simülasyonu olacağını öngörmüştü. Haklı çıktığını, gerçekliğin alternatifi olarak piyasaya sürülen sanal ve artırılmış gerçeklik dünyalarına bakarak anlıyoruz.
McLuhan’ın metaforlarından en meşhuru “araç mesajdır (medium is the message)” ifadesidir. Rivayete göre McLuhan’ın bu ifadeyi başlık yaptığı kitabının prova baskısında yayınevi “message” kelimesini “massage” olarak basmış. Aslında tashih gerektiren bu ifadeyi gören iletişim bilimci çok heyecanlanmış, çünkü masaj işlevini medyanın gelecekteki rolüne ilişkin bir sonraki safha olarak düşünmüş. Kitap bu şekilde dağıtılmış ve öyle de şöhret bulmuş.
Hipnoz Çukuru
Metafor, istiare veya eğretileme denen sanatın güzelliğinin, herkeste ayrı ama kısmen doğru sayılabilecek bir yankısının olmasıdır. McLuhan şimdilerde bir iletişim vasıtasından daha çok bir hipnoz çukuru gibi duran akıllı telefonları görseydi muhtemelen masaj ile ne kastettiğini soranlara bu aletleri işaret edecekti. Kiminle iletişim kuracağına dair inisiyatifi eline alan kullanıcının kendini onaylayan ya da hazzını önceleyen kurgu evreninde artık kaygısı mesaj alıp vermek değil, bir tür rahatlama yaşamaktır. Zaten mesajın yerini almış araç da artık bu rahatlamayı sağlayan bir masörden başka bir şey değildir.
Modern insanın okuma ile ilişkisi çok farklı değil aslında. Kitap okumak artık bir tür masaj işlevi görüyor, çünkü kitabın rahatsız edeni değil, keyif vereni tercih ediliyor. Kitap geliştirmiyor, gevşetiyor; rahatsız etmiyor, rahatlatıyor; yormuyor, yorgunluk alıyor. Okumak bu açıdan, kitapla girilen yeni ilişkiyi tarif eden bir şey değil; bu yapılanın adını doğru koyalım; bu, tüketmektir. Okur da yok artık, tüketici var. Okumanın ayağa kaldırabilecek asil bir fiilken, her şeyin metaa indirgendiği bir zamanda masaj işlevi ile itibarsızlaştırılmasına hep birlikte şahit oluyoruz.
Her yeni çıkan kitabın kıymeti, rahatlatma ve hipnoz etmede ne kadar mahir olabildiği ile ölçülüyor artık. Tüketici rahatsız eden kitapları tercih etmiyor. Rahatlatan kitaplar ise tüketiciyi okur yapmıyor.
Bir Masaj İşlevi Olarak Okumak
Okumanın bir tür masaj olduğu, dünyanın en başarılı, dolayısıyla zengin (ya da zengin, dolayısıyla başarılı) insanlarının okuma ile ilişkilerine bakılarak anlaşılabilir. Niye çok okumamız gerektiğini anlatanların sıklıkla önümüze koyduğu örneklere bir bakınız… Ne kadar sıkışık bir programı olursa olsun haftada en az bir kitap bitiren Bill Gates, kendisi ve etrafındakilerin iki haftada bir kitap bitirmesini teşvik babında bir kitap kulübü kuran Mark Zuckerberg, günde 5-6 saatini okumaya ayıran Warren Buffet… Hepsi deli gibi kitap okuyor, bununla övünüyor ve bu şekilde tanınmak istiyorlar. Ne ilginç değil mi?
Kapitalist dünyanın en muteber rol modellerinin okumaya bu denli meftun oluşlarının sebeb-i hikmeti ne ola ki? Okumak, bu tipler için bir konfor alanıdır. Orada rahatlıyor, gevşiyor ve yorgunluk atıyorlar. Bulunduğu yerin cazibesi ile sermest bu tipler için okumak masajdan öte bir anlam ifade etmiyor. Kitaplarla girdikleri ilişki onlar için kendi dünyalarında kendi başlarına kalmayı sağlayan en maliyetsiz, risksiz ve güvenli uğraş. Ya da arada vicdanlarına dokunup giden sızı ile kendi istedikleri zaman ve miktarda yüzleşmelerini sağlayan en masum eleştirmen…
Kitapları bir tüketim aracına indirgemek fettan kapitalizmin az bir başarısı değildir. Che’den popüler kültür ikonu çıkarmak gibi bir cambazlıktan bahsediyoruz. Okumak bizi daha iyi yapacak bir imkanken artık uyuşturan bir inkar malzemesi olmuştur. Okumaktan muradı yok sayan bu sürecin manayı hazmetmek ve hayata katmak gibi bir derdinin kaldığını söyleyebilir miyiz? Kitap keyif verdiği, yazar ise dozu ayarlayabildiği ölçüde makbuldür yeni çağda. Yazar, uyuşturmak gibi bir maharet ile temayüz etmiştir. Her yeni üründe bu maharetini daha ustalıklı bir şekilde sergilemeye çalışmakta, bir zamane Şehrazat’ı olarak biteviye gayret etmektedir.
Yazarın Gözden Düşmesi Ölümüdür
1001 Gece Masalları’nın Şehrazat’ı Sultan Şehriyar’ın son eşiydi. Şehriyar, ilk karısının ihanetini affedemediği için öldürmüş, sonra evlendiği her kadını da, gerdek gecesi sabahında öldürtecek kadar kadın cinsine kinlenmişti.
Aynı akıbete duçar olması beklenen Şehrazat, düğün gecesi Şehriyar’a bir masal anlatmaya başlar. Masalın en heyecanlı yerinde sabah olur, çünkü Şehrazat ölmek istememektedir. Şehriyar, masalın devamını dinlemek için idamı ertesi güne erteler. Müteakip gece Şehrazat o heyecanlı sonun ardından yeni bir masala başar ve yine masalın en heyecanlı yerinde sabah olur. Bu böyle tam 1001 gece sürer.
Bu şekilde farklı masallarla Şehriyar’ı oyalayan Şehrazat nihayet Sultan’ın sevgisini kazanır ve ölümden kurtulur. Günümüzün yazarı sanki her çalışmasında daha çok ilgi çekmek için uğraşan Şehrazat’a benzer. Şehriyar ise, her yeni üründe daha çok uyuşmak isteyen tüketicidir. Yazarın bir sonraki ürünü, bir öncekinden daha çok ilgi çekmeli ya da daha çok rahatlatmalıdır. Diğer türlü gazap erişecek ve yazar gözden düşecektir. Yazarın gözden düşmesi ölümüdür.
McLuhan bir sanatçı türü olarak yazarı, olanı biteni ve geleceği görebilen nadir bir tip olarak resmetmişti. Genelde insanlar her şey olup bittikten sonra anlamlandırma yapabilirler ki bu olayları dikiz aynasından izlemeye benzer. Yazar ise böyle değildir, etrafına ve önüne bakabilir.
McLuhan’ın yazarı Şehrazat rolüne kapıldığı günden bu yana geleceği görebilme yetisini tuzu kuru kapitalistlerin ve onların kurgusuna kapılmış sadık tüketicilerin rahatlamasına hasretmiş gözüküyor. Biz onun önüne bakıp bizi uyarmasını bekliyoruz, o dikiz aynasına bakıp kitlenin ne ile meftun olduğunu anlamaya çabalıyor.
Biz “viran olacak hane nasıl olsa, hadi” diyoruz, o ise “viran olası hanede evlâd ü iyal var” diye yan çiziyor. Biz McLuhan gibi cins kafaları anlamayı önceliyoruz, o Bill Gates gibilere kitap yetiştirmeye çalışıyor. Biz niye diyoruz, o nasıl diyor. Ne bu Şehrazat’ın korkusu biter, ne de Şehriyar’ın tutkusu… Çünkü ikisinin de niyeti halis ve sahih değil.