|

Yeni Doğuşlar Bahşetmesi Temennisiyle…

Mustafa Kirenci

“Ağustos böceği”, çocukluğum geçtiği kasabada, bağ ve bahçeler arasında bulunan evimizde her yaz, kendisini görmeden, ne olduğunu anlamadan sesini çocuk dünyamın bilinmezlerine kattığım, parlayıp sönen minik ışıltılarını hayranlıkla izlediğim, anneannemin “cırcır böceği” dediği, dilimin böcek demeye varmadığı bir varlıktı.

Emniyetli Bir Ses

Benim için gizemliydi çünkü büyük bir sessizliğin hüküm sürdüğü, bazen bu sessizliğin ürkütücü hale geldiği gecelerde, yıldızlarla dolu gökyüzü varlığıyla çocuk aklımı kuşatıyor, yeryüzünde ise ağustos böceği bu sessizliğe kendi musikisi içinde ve ışıltılar saçarak bilmediğim bir dilden, kendi şarkısını katıyordu. Sanki yukarıda yıldızlarla kaplı gökyüzü, aşağıda ise tabiatın arasında varlığı benim için meçhul, yaratılışın mucizelerinden bir mucizenin benim çocuk ruhumda buluştuklarını hissederdim.

Gecenin karanlığıyla, ıssız bağ ve bahçelerdeki iç içe geçmiş ağaç dallarının ufak tefek hareketleri zihnimin oyunlarıyla bana gulyabaniler gösterirken ağustos böceğinin sesi her defasında güven verir, bütün ruhumla o sesin emniyetliyle uykuya dalardım. Büyüdükçe tabiatın zihnimle el birliği edip gulyabani şeklinde yaptığı oyunlar kendisini ağacın ağaç, dalların dallar, yaprakların yaprak olduğu asıl gerçekliğe dönüştürdü. Fakat ağustos böceğinin sesi ve minik ışıltıları bende hiçbir zaman gizini yitirmedi.

İslam Dalp

Biyografi türünün doğasında bir karmaşa var: Tam olarak hangi tip okuru gözeterek metni kaleme almalıdır yazar? Biyografiye konu olan kişinin metinleriyle hiç karşılaşmamış, bu eser vesilesiyle “davet” bekleyenler mi? Birkaç tanesi ile selamlaşmış ancak kişinin külliyatı karşısında bir nebze şaşırmış, kendine devam için bir harita arayan okur için mi? Ya da söz konusu eserleri didik didik etmiş, alternatif okumalar veya yazarın hayatı ile eseri arasında köprüler arayan “sokulgan okur” için mi? Veyahut, hiçbirini dışlamayacak başkaca bir yoldan söz edebilir miyiz?

Yurt dışında yayımlanan entelektüel biyografilerin kaf dağına bakıp, Türkiye’den yazarlara doğru bir çıkmadan söz edebilir miyiz diye sorduğumuzda daha magazinsel bir yazımdan, bir de türün hakkını veren işinin ehli bir elin beş parmağı kadar etmeyen kişilerden bahsedebiliyoruz: Mesela İpek Çalışlar, Ali Birinci, mesela Beşir Ayvazoğlu.

35 Yıldır Biyografi Alanında

Bu girişten sonra, biyografi vadisinin modern dönem ustalarından biri olarak Beşir Ayvazoğlu’na işaret etsek kimse itiraz etmez muhtemelen. Eve Dönen Adam kitabını yazdığı ilk monografi kabul edersek 35 yıldır bu alanda çalışıyor, yazıyor, üretiyor, biriktiriyor demektir. Son 15 yılda üst üste gelen imbikten geçmiş kitaplarından sonra Fikret, Ayvazoğlu’nun -kendi çizgisinden pay biçerek elbette- henüz olmamış metinlerinden biri olarak okurlarıyla buluştu.

Peyami ve Yahya Kemal Ansiklopedisi’ni saymazsak, alışık olmadığımız hacimde bir Ayvazoğlu kitabıyla karşı karşıyayız. Eserlerinin toplam hacmi bu kitabın ancak yarısı eden Tevfik Fikret’i, 700 sayfaya yaklaşan bir genişlikte ele almak için Fikret’in alımlanma pratiğini de biyografiye dahil etmek gerekmiş. Yalnız, daha kitabın “Giriş” bölümünden itibaren fragmanter bir tarz göze çarpıyor; şairin kimliği ve “ne”liğinden ziyade yıllar içinde edebiyat tarihleri ve dedikodularının şekillendirdiği Fikret imajını tahlil etmeye girişiyor Beşir Bey. Bunu büyük oranda Akif-Fikret diyalektiği üzerinden açığa çıkartıyor. Her ne kadar önsözde, netice kısmının yükü yazar tarafından giriş metnine devredilmişse de, bu yükü omuzlayacak, durduğu yerden kaldıracak tıynette dört başı mamur bir metin çıkmamış ne yazık ki.

Yazının tamamını Okur’un 13. sayısında bulabilirsiniz: http://bit.ly/3azFXBj

Similar Posts

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir