Büşra Çelik
Bozdünya; rengi, hevesi, şarkısı çalınmış bir dünyanın kapılarını aralıyor okuyucuya. Tozun toprağın birbirine karıştığı, radyoda çalan şarkıların bölündüğü, dışarıdan kör gözlerle bakılan insanların dünyasında usulca bir gezintiye çıkarıyor okuyucuyu.
Ketebe Yayınları’ndan çıkan Bozdünya Hüseyin Ahmet Çelik’in ikinci öykü kitabı. On iki öyküden oluşan eser, “Nimrüya”, “Berhava” ve “Bikarar” olmak üzere üç bölüme ayrılmış. Kitap, kör olan gözlerimize bir ışık tutacağını ilk sayfadaki alıntı ile belli ediyor: “Başkasına kör bakan, hayatın ışığını göremez.” Bozdünya; rengi, hevesi, şarkısı çalınmış bir dünyanın kapılarını aralıyor okuyucuya. Tozun toprağın birbirine karıştığı, radyoda çalan şarkıların bölündüğü, dışarıdan kör gözlerle bakılan insanların dünyasında usulca bir gezintiye çıkarıyor okuyucuyu.
Bozdünya kelimesi, öncelikle kitabın ilk sayfalarında yazıldığı dönemde çok alaka uyandırmayan bir piyesin adı olarak karşımıza çıkıyor. Boz dünyanın kendisi gibi gelip geçiyor satırlar arasında. Kitabın ismi olmasa fark edilmeyecek kadar küçük bir detay olarak. Çünkü kitaptaki öykülerin ağırlıklı olarak anlattığı dünya tam olarak bu.
Dünyanın Puslu Tarafı
Hayatın içinde nasıl yaşayacağını bilemeyip rüyalar arasındaki sonsuz bir geçitte yürüyen insanların, içine düştüğü savaşı bile kavrayamayan çocukların, Nuh tufanından bu yana gagasında bir zeytin dalı taşıma gayretinde olan güvercinin, nereye sığacağı belirsiz, dünyanın akışına fazla gelen insanların yurdu Bozdünya. Dışarıdan seyrettiğimiz, televizyonda ya da sosyal medyada kısa videolardaki çarpıcı olarak nitelendirebileceğimiz, bir anlığına gözlerimizi dolduran ve o soylu küçük öfkemizle dünyayı kurtaran tweetler attıran hikayelerin yurdu Bozdünya.
Kitabın ilk bölümü olan “Nimrüya”, adından da anlaşılacağı gibi yarı rüya halinde, bir uykunun içinden çıkıp gelen hikayeler barındırıyor. “Feretza”da çalınan ve yanlış anlatılan bir karakterin yazar ile hesaplaşmasına tanık oluyoruz. “Rüyabaz” öyküsünde zaman zaman geçişleri bile yakalamakta zorlandığımız rüyalar arasında seyahat ediyoruz. İkinci bölüm olan “Berhava”da ise gerçek boz dünya ile karşılaşmanın burukluğunu yaşıyoruz. Kitabın son bölümü olan “Bikarar” ise yazarın bile kalemin ne yöne aktığını bilemediği, kendi içinde yolunu bulan hikayelerden oluşuyor. Olayların ve karakterlerin dahi gelgitli, kararsız, hiçbir şeyden emin olmayan halleri var bu bölümde.
Kitabın esas kısmını oluşturduğunu düşündüğüm ve “havaya uçurulmuş, yok olmuş” anlamına gelen “Berhava” bölümü altı öyküden oluşuyor. Boz dünya tam olarak burada hayat buluyor. Nasibine dünyanın isli, puslu tarafı düşenlerin hikayelerine tanık oluyoruz. “Yok, Ses Yok” öyküsünde Kabil’de sesleri yitiren bir adamın aradığı seslerin yakınından geçiyoruz sürekli. Geçiyoruz ama kör bir adam olarak, kör bir adama çarparak.
Sağır Olanlara Seslenmek
Bozdünya’nın insanları ise bizim beklediğimizden daha büyük bir huzura hasret. Aslında bütün bu hengamenin içinde bir kapı aralamış oluyor Hüseyin Ahmet Çelik. Beklemektense, kelimelere sarılıp Bozdünya’nın iyileşmeyen hikayelerini yazmış. Sağır olan adamların sesleri bir de buradan çıksın diye, hakikate sağır olanlara seslenmek için. Sesin yol alışına, kelimelerin kalemden çıkıp bir yere varışına tanık oluyoruz. Bu kitap, yazarın olan biten karşısında sağır ve dilsiz olmayıp elinden gelen en doğru şekilde bir ses çıkarma çabası olmuş. Bu sesi çıkarırken her hikayenin payına da kendine has bir ritim ve dil düşmüş.