Kâmil Büyüker
Coğrafyamızın hangi bir sayfasını aralamaya kalksak altından muhakkak ismi malum ya da meçhul gönül erleri çıkmakta. Bu hâl toprağımızın yoğrulduğu irfani geleneğin bir bereketi olsa gerek. Yozgat’tan da yakın tarihte üç sırlı isim göze çarpar: Şeyhü’l Ulema Şâkir Efendi, Halifesi Poyrazlılı Muharrem Efendi ve Talebesi Yozgat Müftüsü Mehmet Hulusi Efendi.
Yozgat’ın Üç Sırlısı kitabı da yazar Burhanettin Kapusuzoğlu’nun ifade ettiği gibi “memleket ufkuna serapa aydınlık olarak doğmuş, mehabetli erlerden” üç ismi ihtiva ediyor: Dedikhasanlı köyünden Şakir Efendi, halifesi Muharrem Efendi ve talebesi Mehmet Hulusi Efendi. Elbette henüz layıkıyla yazılamamış Yozgat’ın tarihi içinde üç önemli ismin bir kitap vesilesi ile gündeme gelmesi önemli. Ya ilim ve irfan tarihimizin Yozgat’tan gelip geçenler hanesinde yer alan kayıp halkalar! Bunlar için iz sürmeye ve yapılmış olan neşirleri takip etmeye devam edeceğiz. Kitabın giriş kısmında “Sanma Kim Havsala-i Hâmeye Kırtasa Sığar” sözleriyle başlayan Kapusuzoğlu, ilim ve irfan vechesi ile Yozgat’a bir girizgah yapmış. Yozgat’ın pek çok köyünün hâlâ “tekke” adıyla anılması, yazarın tespiti ile bir dönem Yozgat’ta irili ufaklı, ilçelerle birlikte ellinin üzerinde medrese bulunması, halk kültürünü besleyen köy odaları, aşıklık geleneği ile Yozgat büyük bir hazineyi içinde barındırıyor.
“İki Asır, Bir Kutup”
Kitapta yer aldığı üzere Yozgat’ta Emirce Sultan ile Yeseviliğin izlerini sürerken, Halvetiliğin, Mevleviliğin, Nakşiliğin, Kadiriliğin neşvesini ve izlerini görmek mümkün. Bunlardan yazarın ifade ettiği üzere Nakşi-Halidi gelenek, Halvetilik ve Mevleviliğin Yozgat’taki tesirini zaman içinde ortadan kaldırmıştır. Geriye tekkeler ve hatıralar kalmıştır. Yozgat’ın yakın tarihinde “İki Asır, Bir Kutup” diye nitelenmiş olan Şeyhu’l Ulema Şâkir Efendi’nin (1853-1937) ayrı bir hususiyeti var. Nitekim kitaba giren diğer iki isimden başka tesiri hâlâ devam eden zatlardan birisidir Şakir Efendi. Öyle ki Âkif’in Mısır’da en yakın arkadaşlarından olan Yozgatlı İhsan Efendi de Şakir Efendi’nin talebelerindendir. Hatta Mısır’a gittiğinde Yozgat Müftüsü Mehmet Hulusi Efendi’ye yazdığı mektupta “Mısır’daki ulemayı gördükten sonra Hocam Şâkir Efendi’nin kıymetini ve kudret-i ilmiyesini şimdi daha iyi anlıyorum.” demiştir. (s. 69) Şakir Efendi’nin ilmî ciheti de çok önemli. Kendi köyünde başlayan ilim hayatı, Kayseri ve Çorum’da devam ederken müderris payesi ile mezun olup uzun yıllar ders vermiş, daha sonra ise İstanbul’a giderek Ruus imtihanını vermiş ve Dersiam olmuştur. Yılarca Yozgat ve çevresinde talebe yetiştirmiş, bir yandan da irfan meclislerinde binlerce insanın gönlüne dokunmuş olan Şakir Efendi ile ilgili kitapta bir hayli hikmetli kıssa nakledilir.
Bunlardan birisini teberrüken nakledelim: Çorum Alaca’dan bir polis memurunun üç erkek çocuğu olur. Üçü de küçük yaşta vefat eder. Dördüncü doğduğunda ise “Şakir Efendi’ye gideyim bir muska yazdırayım, bu bari yaşasın” der. Şakir Efendi gelen kişiye “Bende öyle bir şey yok. Madem gelmişsin. Bir muska yazıp göndereyim” der. Kağıda bir şeyler yazar ve “Rabbim isterse her şey olur ve çocuk yaşar” der. Çocuk hakikaten hayatta kalır. Yıllar sonra muskanın içinde ne yazdığını merak eden dostları bu zattan muskayı açmasını ister. Muskada şu yazmaktadır: “Men kiyem ki çi gûyem…” Farsça devam eden ibarenin anlamı şudur: “Ben kimim ki ne söyleyebilirim, ne diyebilirim! Takdir O’nundur.” (s.91-92)
Himmetleri üzerimize daim olsun.